EVRİM VE DOĞAL SEÇİLİM Evrim:
Biyolojide, çeşitli hayvan ve bitki türlerinin daha önce yaşamış atasal tiplerinden türediği ve bu tipler arasında belirgin farklılıkların kuşaklar boyunca geçirilen değişikliklerden kaynaklandığını öne süren bir kuramdır. Doğal Seçilim: Yeryüzünde meydana gelen canlılar değişen iklim koşullarına uymak için çeşitli evrimler geçirmek zorundadırlar. Bu evrimleri geçirip yeni çağa ayak uydurabilenler yaşamlarını sürdürebilirler. Bunu yapamayanların ise soyları tükenir. Doğal sistemin devamlılığı için bu gereklidir. Bu güne kadar yaşamış canlıların %99’unun nesli tükenmiştir. Yeryüzü bundan 4.5 milyar yıl önce meydana gelmiştir.
İlk canlıların ( İlkel bakterilerin ) oluşumu ise bundan 3.0 milyar yıl önce başlamış, çeşitli evrim ve gelişimlerin sayesinde canlılar bu günkü şekillerini alabilmişlerdir. Bu gelişimi sıralamak istersek tek hücrelilerden sonra oluşan ilk çok hücreli canlıların denizlerde yaşayan deniz anansı gibi ilkel canlılar olduğu bilinmektedir. Eğer günümüze biraz daha yaklaşırsak bizimde içinde bulunduğumuz memeliler grubunun 60-50 milyon yıl önceleri ortaya çıktığını görebiliriz. İnsanlar bundan çok sonra yaklaşık 3 milyon yıl önce oluşmaya başlamışlardır. Oluşmaya başlamışlardır diyorum, çünkü modern insan olan ( yani biz ) homo sapiens verilere göre yaklaşık 10000 ile 7000 sene önce oluşmuştur. Evrim Kuramı Tarihi Evrim konusu için sanırım ki biyolojinin en tartışmalı konusu diyebilirim.
Bazı dinsel insanın evrim geçirmediğini Tanrının direkt olarak insanı yarattı söylemektedirler. Fakat bu bilim adamlarınca böyle olmamıştır. Pek çok konuda olduğu gibi bilim ve din yine birbiriyle çeliştir. Bilim çevreleri insanın çeşitli evrimler geçirerek bu günkü halini aldığını söylemektedirler. İnsanın yanı sıra yaşayan tüm canlı türleri bu günkü hallerini doğal seçilimin olanak çevreler sağladığı evrim sayesinde almışlardır. Evrimin tarihine şöyle bir göz atıcak olursak bu kuram ile ilgili ilk düşüncelerin İ.Ö lere dayanmış olduğunu görmekteyiz. İ.Ö 6. yüzyılda Anaksimandros insanın suda yaşamış bir hayvandan ürediğini ileri sürerken, yaklaşık yüzyıl sonra Empedokles bütün canlı ve cansız varlıkların sürekli dönüşüm içinde olduğunu ortaya attı. İ.Ö 4. yüzyılda Aristoteles entelekheia adını verdiği gücü içinde taşıyan cansız maddelerde yaşamın ortaya çıkabileceğini ortaya sürdü. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi büyük dinler, yerin ve tüm canlıların bu günkü şekilleri ile Tanrı tarafından yaratıldıkları inancı üzerine kurulmuştur. İnsanın, kendi kökeninin de bütün öbür canlılarınkine bağlı olduğunu , evrenin ve yaşamın temel kuralının durağanlık değil değişkenlik olduğunu kabul etmesi kolay olmadı. Ancak 18. yüzyıla gelindiğinde Yaratılış’ a ilişkin tabular yıkılmaya, bütün canlıların yeryüzünde yaşamın başlangıcından bu yana sürekli değişiklik geçirerek bu günkü biçimlerine ulaştığı görüşü benimsenmeye başlamıştı. Montesquieu ve Diderot gibi Fransız düşünürler, hayvanların ortak birkaç atadan türediğini ve sürekli değişiklikler sonucunda yeryüzünde yeni türlerin ortaya çıktığını öne sürerken, doğa bilimci Georges Buffon at ile eşeğin çiftleşebilmesini, ortak bir atadan gelme akraba türler olduklarının kanıtı olarak görüyordu. Charles Darwin’ in büyükbabası Erasmus Darwin, 18. Yüzyılın sonlarında hayvanların gelişme evreleri, bitki ve hayvan ıslahı, çaprazlama ve karşılaştırmalı anatomi incelemeleri sonucunda, türler arasındaki farklılıkların ancak evrimle açıklanabileceği kanısına vardı. Darwin’in Ortaya Çıkışı Aslında evrim ile doğru etkenlerin bağlantısını ilk bilim adamı Jean-Baptiste de Lamarck’ dır. Lamarck, çevre koşulları ile canlılardaki değişkenlikler arasındaki bağlantıyı gözlemiştir.: Biyolojide, çeşitli hayvan ve bitki türlerinin daha önce yaşamış atasal tiplerinden türediği ve bu tipler arasında belirgin farklılıkların kuşaklar boyunca geçirilen değişikliklerden kaynaklandığını öne süren bir kuramdır. Doğal Seçilim: Yeryüzünde meydana gelen canlılar değişen iklim koşullarına uymak için çeşitli evrimler geçirmek zorundadırlar. Bu evrimleri geçirip yeni çağa ayak uydurabilenler yaşamlarını sürdürebilirler. Bunu yapamayanların ise soyları tükenir. Doğal sistemin devamlılığı için bu gereklidir. Bu güne kadar yaşamış canlıların %99’unun nesli tükenmiştir. Yeryüzü bundan 4.5 milyar yıl önce meydana gelmiştir. İlk canlıların ( İlkel bakterilerin ) oluşumu ise bundan 3.0 milyar yıl önce başlamış, çeşitli evrim ve gelişimlerin sayesinde canlılar bu günkü şekillerini alabilmişlerdir. Bu gelişimi sıralamak istersek tek hücrelilerden sonra oluşan ilk çok hücreli canlıların denizlerde yaşayan deniz anansı gibi ilkel canlılar olduğu bilinmektedir. Eğer günümüze biraz daha yaklaşırsak bizimde içinde bulunduğumuz memeliler grubunun 60-50 milyon yıl önceleri ortaya çıktığını görebiliriz. İnsanlar bundan çok sonra yaklaşık 3 milyon yıl önce oluşmaya başlamışlardır. Oluşmaya başlamışlardır diyorum, çünkü modern insan olan ( yani biz ) homo sapiens verilere göre yaklaşık 10000 ile 7000 sene önce oluşmuştur. Evrim Kuramı Tarihi Evrim konusu için sanırım ki biyolojinin en tartışmalı konusu diyebilirim. Bazı dinsel insanın evrim geçirmediğini Tanrının direkt olarak insanı yarattı söylemektedirler. Fakat bu bilim adamlarınca böyle olmamıştır. Pek çok konuda olduğu gibi bilim ve din yine birbiriyle çeliştir. Bilim çevreleri insanın çeşitli evrimler geçirerek bu günkü halini aldığını söylemektedirler. İnsanın yanı sıra yaşayan tüm canlı türleri bu günkü hallerini doğal seçilimin olanak çevreler sağladığı evrim sayesinde almışlardır. Evrimin tarihine şöyle bir göz atıcak olursak bu kuram ile ilgili ilk düşüncelerin İ.Ö lere dayanmış olduğunu görmekteyiz. İ.Ö 6. yüzyılda Anaksimandros insanın suda yaşamış bir hayvandan ürediğini ileri sürerken, yaklaşık yüzyıl sonra Empedokles bütün canlı ve cansız varlıkların sürekli dönüşüm içinde olduğunu ortaya attı. İ.Ö 4. yüzyılda Aristoteles entelekheia adını verdiği gücü içinde taşıyan cansız maddelerde yaşamın ortaya çıkabileceğini ortaya sürdü. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi büyük dinler, yerin ve tüm canlıların bu günkü şekilleri ile Tanrı tarafından yaratıldıkları inancı üzerine kurulmuştur. İnsanın, kendi kökeninin de bütün öbür canlılarınkine bağlı olduğunu , evrenin ve yaşamın temel kuralının durağanlık değil değişkenlik olduğunu kabul etmesi kolay olmadı. Ancak 18. yüzyıla gelindiğinde Yaratılış’ a ilişkin tabular yıkılmaya, bütün canlıların yeryüzünde yaşamın başlangıcından bu yana sürekli değişiklik geçirerek bu günkü biçimlerine ulaştığı görüşü benimsenmeye başlamıştı. Montesquieu ve Diderot gibi Fransız düşünürler, hayvanların ortak birkaç atadan türediğini ve sürekli değişiklikler sonucunda yeryüzünde yeni türlerin ortaya çıktığını öne sürerken, doğa bilimci Georges Buffon at ile eşeğin çiftleşebilmesini, ortak bir atadan gelme akraba türler olduklarının kanıtı olarak görüyordu. Charles Darwin’ in büyükbabası Erasmus Darwin, 18. Yüzyılın sonlarında hayvanların gelişme evreleri, bitki ve hayvan ıslahı, çaprazlama ve karşılaştırmalı anatomi incelemeleri sonucunda, türler arasındaki farklılıkların ancak evrimle açıklanabileceği kanısına vardı. Darwin’in Ortaya Çıkışı Aslında evrim ile doğru etkenlerin bağlantısını ilk bilim adamı Jean-Baptiste de Lamarck’ dır. Lamarck, çevre koşulları ile canlılardaki değişkenlikler arasındaki bağlantıyı gözlemiştir.
Bu içerik internet kaynaklarından yararlanılarak sitemize eklenmiştir