KANITLAYICI ANLATIM
Ortaya atılan herhangi bir konu, düşünce, görüş veya yargıyı okuyucuya (veya dinleyiciye) kabul ettirmek için başvurulan anlatım biçimine kanıtlama (ispat yoluyla anlatım) denir. Bu anlatım biçimi -genellikle- makale, deneme, fıkra, eleştiri gibi yazılı türlerle; konferans, açık oturum, münazara gibi sözlü kompozisyonlarda kullanılır.
Kanıtlamada önce, kişiye ait düşünceler (yargılar, kanaatler …) ortaya konur, sonra bu kanaatlerin doğruluğunu ispatlayacak delillerden, belgelerden de yararlanılarak dinleyici veya okuyucu ikna edilir. Bu anlatım biçiminde bir başka üslûp olarak da önce yazarın katılmadığı zıt düşünceler söylenir sonra bunların yanlışlığı belgeleriyle ispatlanır.
FANTASTİK (düşsel) ANLATIM
Gerçek dışı ve düşsel nitelikteki olgu ve oluşumları niteleyen sözcük. FANTAZİ Büyük ölçüde bireysel istek ve kaprislere göre biçimlenmiş, amacı somut bir işlevi yanıtlamak olmayan, özellikle genel-geçer eğilimlere uymayı yadsıyan her tür sanatsal ürün, tutum ve davranış. Soyutlaştırma Yüzey ya da Hacim sanatlarında gerçek varlıklara gönderme yapan betilerin tanınamayacak derecede yalınlaştırılması. Üsluplaştırma işlemine benzer gibi gözükse de, ondan tümüyle farklıdır. Üsluplaştırma betiyi gerçek bir varlık olarak tanınabilirlikten uzaklaştırmaz. Ayrıca Soyutlaştırma tümüyle bireysel bir etkinlik olduğu halde, üsluplaştırmada genel toplumsal biçim kalıplarına uymak söz konusudur. Soyut Resim Soyut Ekspresyonizmin 1950lerin sonuyla 1960lar arasında gelişen bir dalı. Büyük oranda A.B.D.ye özgüdür. Geniş, homojen boyanmış ve birbirinden yalıtılmış renk lekeleri oluşturmaya dayanan bir resim anlayışı getirmiştir. Gölge-Işık ve Devingenlik etkisini yadsıyışıyla soyut sanatın en uç noktası sayılabilir. Sanatta İlk Soyutlaşmanın Başlama Nedenleri Buzul Çağının sonuna kadar insanların yiyeceklerini hazır olarak doğadan aldıklarını gördük. Yani insan yiyeceğini doğadan gasp suretiyle temin ediyordu. Fakat bu çağda insan avcıdır ve yabani meyveleri toplayarak geçinir. Taştan balta, ağaçtan yay ve mızrak, kafataslarından kap-kacak yapmaktadır. Avı için büyü yapar, tuzaklar kurar. Avını kayalara resmeder, resimde onu öldürür. Böylece avını yakalayacağına inanır. Buzul Çağında insan düşüncesi hayvanla ilgilidir. Kendini problem olarak ele almamıştır.
Ortataş Çağında ise insanın kendini gözlemlediği görülüyor. Buzul Çağında insan resimleri canavarımsı değildir. İnsanın içini ürperten bir anlatım yoktur. Henüz neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilmemektedir. Günah fikri henüz doğmamıştır. O aynen Eskimolar, Buşmanlar gibi neşeli, Sağlıklı bir vahşidir. Kendisinin yaptığı işler canavarcadır. Fakat onda canavar düşüncesi yoktur. Bu devrin insanı, bol su, ağaç, av, meyve ve zengin bir doğa içindedir. Ölülerini, ölüye ilişkin eşyalarla birlikte ve yaşayan bir insanın neye ihtiyacı varsa onlarla beraber gömüyor. Bu tasavvuru ilerde, büyük uygarlıkların başladığı Mısır ve Mezopotamyada da göreceğiz. Ayrıca Buzul Çağı insanları, ölünün doğal rengini yok etmek için onları kırmızı Toprak boyalarla boyuyorlardı. Görüyoruz ki, Buzul Çağı insanında öldükten sonra yaşanıldığı inancı vardır. Fakat bu dünya ve öteki dünya gibi bir tasavvurları yoktur. Bütün bu hususları bize Buzul Çağı sanatı açıklamaktadır. Bu çağın resimlerinde bir şey üzerinde kafa yormak olmadığı gibi, düşünülmüş, soyut anlamda ulvi bir tasarım da yoktur. Bu resimler, tamamen hali gösterirler ve içinde yaşanılan somut dünyanın birer aynasıdırlar. Demek ki, Buzul Çağı insanının dünyası, soyut olmayan bir bütünle ilgilidir. Bu devrin sonundaysa, insan tamamen bir başka ortamdadır. İnsan artık bizzat kendini gözlemlemektedir. Resimlerdeki hayvanın yerini insan almıştır.
Hayvan resimleri tamamen kaybolmamakla birlikte azalmıştır. Bu olayı Ortataş Çağında görüyoruz. Henüz tarım, hayvanları evcilleştirme ve çanak-çömlek gibi tasarımlara ait buluşlar yoktur. Fakat bütün bu buluşların hazırlıkları görülmektedir. Bunların hazırlanma devri olan Ortataş Çağı İ.Ö. 10.000 – 4.000 arasıdır. Verilen bu tarihler Güney Avrupa içindir. Kuzey Avrupada ise İ.Ö. 10.000 – 2.000 arasıdır. Tarımın ilk kez Mezopotamya ve Mısırda görüldüğü gerek kazılardan, gerekse din kitaplarından bilinmektedir. Tarımla, insanoğlu tüketicilikten üreticiliğe geçiyor. Yani kendi ihtiyacını artık bizzat yaratan varlık durumuna geçiyor. Bu olay, insanlığın oluşunda büyük bir değişmeyi göstermektedir. Tarımla beraber toprağa yerleşme başlıyor. Tarım yapılan yerlerde köyler kuruluyor. Kalabalık bir insan topluluğunun çalışması, toprağın ürün vermesi fikri, bereketin sırrı, ölüm ve doğum üzerinde düşünme, tohumun verimliliği, hava, güneş, yağmur gibi etmenler üzerinde endişeler ortaya çıkıyor.
Fantastik Türünün Ortaya Çıkışı Fantastik yazının geçmişi 17. yüzyılın sonlarına kadar uzanır. Bu yüzyılda Batı edebiyatlarında verilen eserlerde fantastik öğelere rastlanır. Fransız yazar Charles Pernault eserlerinde fantastik öğelere yer verenler arasındadır. Gerçekte ise bu yazın William Beckpord’un Fransızca olarak yazdığı Vathek, Sasques Cazotte’un Diable amoureux adlarında bu türe örnek oluşturabilecek özellikteki iki öyküsü ve 19. yüzyıl İngiltere’sinde gotik kaynaklı bir akımdan hareketle dehşet verici haydutluk maceralarına, hortlaklara, hayaletlere yer veren, Polisiye roman kurgusundan da yararlanarak bir suçun işlenişini toplumsal gerçekliğe dayanarak anlatan “Kara Roman”ın etkisiyle kendisinden söz ettirmeye başlar. Geçen yüzyılın başlarından ortalarına kadar süren zaman kesitinde değişik ülkelerden – Amerika’dan İngiltere’ye, Fransa’dan Rusya’ya kadar uzanan bir yelpazede – Ludwig Tieck, Ernest Thcodor, Amcdeus Hoffmann, Achim Von Arnim, Nathani el Hawthorne, Washington Irwing, Prosper Merimce, Honorc de Balzac gibi ünlü yazarların kalemlerinden önemli fantastik yapıtlar çıkar. Önceleri sadece nesnel gerçekliğin sınırlarını aşma olarak algılanan fantastik tür, Edgor Allon Poc ile ussal biçimini bulur. Henry Sames tarafından ise yenilikçi bir anlatım içinde okuyucuya ulaşır. Fakat fantastik edebiyat bir tür olarak 18. yüzyılın sonlarında doğmuştur. Bu yüzyılda, bazı yapıtlarda, öteki dünyaya karşı bir ilginin, düşlere, mistik zevklere doğru bir eğilimin ve akılcılığa karşı bir tepkinin dile getirildiğini görüyoruz. Goethe ve Ann Rodeliff bu konuda sayabileceğimiz isimler arasında yer alır.
Fantastik edebiyat kısaca ve kabaca söylenecek olursa, hayaletleri, ruhları, düşsel yaratıkları içine alan bir edebiyat türüdür. Öykü, roman, masal gibi türleri kapsayan bu edebiyat zaman içerisinde çok geniş bir yayılım göstermiştir. masalımsı öğelerden, olağanüstü, büyüleyici ortamlardan, harikalar ülkesinin sahnelerinden sıyrılarak gerçekçi bir çerçeveye yerleşmiş, olaylar gerçek ortamlarda geçmeye başlamıştır. Bir varmış bir yokmuş ifadesiyle başlayan masallar okuru gerçeküstü, belirsiz bir ortama götürürken, fantastik öykülerde, mantık dışının gerçek ve günlük yaşama birdenbire giriverdiğini görüyoruz.
Fantastik eserlerdeki kişiler ve olaylar tanıdığımız, içinde yaşadığımız evrendeki kişiler ve olayların değiştirilmiş biçimidir diyebiliriz. Çünkü olağanüstü olayların gerçekçi zemin üzerine oturtulması bu yeni edebiyat türünün başlıca özelliğidir. Fantastik Türünün Çeşitli Tanımları Castex Conte Fantatique en France (Fransa’da Fantastik öykü) adlı yapıtında şöyle yazar: “Fantastik …. Gerçek yaşama birdenbire gizemin girmesiyle …. Belirir”. Louis Vax L’Art et la Littérature Fantastiques’te (Fantastik Sanat ve Edebiyat): “Fantastik anlatı… bizim yaşadığımız gerçek dünyada yaşayan, bizler gibi ancak birdenbire kabul edilmesi olanaksız bir olay karşısında kalmış insanlar sunmayı sever.” Roger Caillois Au Coeur du Fantastique’te (Fantastiğin İçinde): “Tüm fantastik, bilinen düzenin bozulması, gündeliğin değişmez yasallığı içinden kabul edilmemeyecek olanın fışkırmasıdır” “Fantastik, kendi doğal yasalarından başka yasa tanımayan bir öznenin görünüşte doğaüstü bir olay karşısında yaşadığı kararsızlıktır” yukarıdaki tanımlardan da anlaşılacağı üzere fantastik, doğaüstü olayların gerçek bir zemine oturtulması ile ortaya çıkmaktadır. Olaylar ne kadar olağanüstü görünürse görünsün gerçeklik payı mutlaka vardır ve kişiler de yaşadığımız dünya içerisindedir. Todorov ise şöyle der: “Bir kitapta anlatılan bazı olayların açık biçimde hayal ürünü olduğunun belirtilmesi, yapıtın geri kalan bölümündeki hayal payını tartışılır kılar. Herhangi bir görüntü aşırı coşmuş bir hayal gücünün ürünüyse eğer, onu çevreleyen diğer olayların hepsinin gerçek olmasındandır.
Fantastik edebiyat, hayalgücüne bir övgü olmak şöyle dursun, metnin büyük bölümünü gerçekliğe dayandırır. Fantastik edebiyat bize yalnız iki kavram sunar, gerçeklik ve edebiyat, üstelik ikisi de zor tanımlanır kavramlar. On dokuzuncu yüzyıl gerçeklik ve düşsellik ayrımının metafiziğiyle yaşamıştı ve fantastik edebiyat da bu pozitivist on dokuzuncu yüzyılın vicdan rahatsızlığından başka bir şey değildir. ancak bugün ne değişmez bir dışsal gerçekliğe ne de bu gerçekliğin yazıya aktarılmasından başka amacı olmayan bir edebiyata inanılıyor artık. Nesneler özerkliğini yitirirken, sözcükler özerklik kazandı
Kaynak: www.herdembilgi.blogcu.com izni ile alınmıştır