DİVAN EDEBİYATI VE ÖZELLİKLERİ
Türklerin İslam dini ve kültürünü benimsedikten sonra, Anadolu’da Arap ve özellikle Fars Edebiyatlarını örnek alarak oluşturdukları yazılı edebiyattır. Bu dönemin şairleri (ozanları) şiirlerini divan adı verilen kitaplarda topladıkları için söz konusu edebiyata da Divan Edebiyatı denilmiştir. Özellikle, medreseden yetişen aydın sanatçı ve yazarların saray ve çevresinde oluşturdukları bir edebiyat geleneği olduğu için, Havas (Yüksek Zümre) edebiyatı, Saray edebiyatı, Klasik Türk edebiyatı gibi adlarla da anılmaktadır. Divan edebiyatı sözünün 1900’den sonra ortaya çıktığı sanılmakta ve ilk defa kimin kullandığı bilinmemektedir.
TARİHSEL GELİŞME Türklerin İslam Dinini kabul etmeleriyle toplum yapısı köklü değişikliklere uğrar. XII. yüzyıla gelindiğinde ise, saray, konak, medrese ve halk arasında değişik sanat ve edebiyat anlayışları kendini gösterir. Çağın genel çerçevesi içerisinde Arapça, bilim dili; Farsça, kültür ve sanat dili olarak benimsenir. Böylece Osmanlıca denilen bir karma dil ortaya çıkan ve arı (saf) Türkçe yi kullanan halk şairleri yanında bir de Osmanlıca ile eserler veren aydınlar sınıfı oluşur.
Böyle olmakla beraber aydınları halktan tecrit (dışlamak) etmek mümkün değildir. Divan edebiyatı bütün yazılı edebiyatlar gibi iki ana kolda gelişme göstermiştir: 1-Şiir 2-Düzyazı ŞİİRİN KURULUŞ DÖNEMİ (XIII. yy-XV. yy’ın ilk yarısı) Bu dönemde sözü edilmesi gereken en önemli olay, Farsça çevirilerdir. Fars şiirinin doruklarından sayılan Sadî, Feridüddin Attar, Nîzami gibi şairlerin bazı kitaplarının çevrilmesi, Divan şiirinin biçim özünün belirmesinde büyük ölçüde rol oynadı. Gülşehri, Feridüddin Attar’dan genişleterek eklemeler yaparak ve kendinden de bir çok şey kattığı Mantık-ut-Tayr (Kuş Dili) adlı mesnevisinde, tasavvuf felsefesinin temel ilkelerini anlattı. Hoca Dehhanî, din ve tasavvuf konularını bir yana iterek maddi aşkı ve şarabı konu edinen şiirler yazdı. Anadolu’da Hurufiliğin yayılmasında büyük rolü olan ve düşünceleri şeriata aykırı görülerek derisi yüzülen Nesimî yalın bir dille ve etkileyici bir anlatımla tasavvuf konularını geniş kitlelere yaymaya çalışan uzun soluklu bir şiirin yaratıcısı oldu. Sivas ve dolaylarında hükümdarlığını ilan eden Kadı Burhaneddin, siyasal hırsını, mücadeleci kişiliğini yer yer sergilediği şiirlerinin yanı sıra ince mazmunlarla örülü tasavvuf şiirleri ile Divan şiirinin kuruluşundaki öncülerden biri oldu. Çelebi Sultan Mehmed’in, özel hekimliğini yapan şeyhi, İran’daki tasavvuf felsefesini ve İran şiirinin inceliklerini iyi bilmesinin üstünlüğünü en başarılı biçimde kullanarak, tasavvuf şiiri geleneğinde kurucular arasında yer aldı. Ahmed Dai dahi şiir ve düzyazı türündeki yapıtlarıyla, özellikle türkçenin bilim ve sanat dili olarak gelişmesine katkıda bulundu. GEÇİŞ DÖNEMİ (XV. yy’ın ikinci yarısı-XVI. yy’ın başları) Fars şiirinin örnek alınmasıyla oluşturulmaya çalışılan yeni yazılı edebiyat geleneği, özellikle saray ve çevresindeki ileri gelenlerin yakın ilgi ve maddi desteği ile gerçek kimliğini bulma yoluna bu dönemde girdi. Divan şiiri, diliyle, dünya görüşüyle, ilgi alanlarıyla ve konularıyla halkın yaşamından uzaklaşmaya, resmi, daha doğrusu bürokratik bir edebiyat niteliği kazanmaya başladı. Fatih sultan Mehmed’in vezirlerinden Ahmed Paşa tasavvufa pek ilgi duymayarak şiirlerinde yaşamı ve sevgiyi konu aldı. Necati, İran şiiri etkilerinden sıyrılıp, halkın dilindeki atasözleriyle, deyişlerle, nüktelerle örülü yalın sayılabilecek bir dil kullanarak, yaşamın sıcaklığını duyurmaya çalıştı. OLGUNLUK DÖNEMİ (XVI. yy’ın başları-XVIII. yy’ın ilk yarısı) Divan şiirinin biçim ve içerik bakımından kendi yolunu bulduğu bu dönemde farklı eğilimler ortaya çıktı. XV. yüzyılda Aydınlı Visali’nin denediği aruzla, ama içinde yabancı sözcük ve tamlama kullanmaksızın halkın diliyle ve deyiş özellikleri ile şiirler yazma yolunu Tatavlalı Mahremi ve Edirneli Nazmi sürdürmeye çalıştılar. Türk-i basit (Yalın Türkçe) akımı denilen bu yol, Divan şiirinin yerlileşmesine katkıda bulunduysa da Divan şiirinin gelenekleşmiş biçim ve içerik özellikleri bu akımın bu sürdürülmesine pek olanak tanımadı. Döneminde üstat olarak tanınan Zati, güzel buluşları, şiire yatkın dili ve nükteli deyişleriyle Necati-Baki zincirinde bir halka oluşturdu. İstanbul’dan uzakta olmasına karşın Divan şiirinin en büyük şairlerinden biri sayılan ve şiiri”süsü güzel söz olan bir sevgili”ye benzeten Fuzuli, yeni mazmunlarla süslemesini bildiği aşk şiirlerinde, lirizmin doruğuna ulaştı; tanrısal aşka ilişkin şiirlerinde ise, tasavvuf akımının ilkelerine ustaca yerleştirmeyi başardı. Gençliğinde, Batini inançlarını (Haşhaşiler) benimseyen Hayali, İstanbul’a geldikten sonra bu etkilerden sıyrılarak düş gücü bakımından zengin, söyleyiş bakımından rahat, yer yer özentilerle dolu bir şiir oluşturmaya yöneldi: Yaşamını, iç duyarlılığını ince hayallerle ördüğü dizelerine aktardı. Bütün isteği, Şeyhülislamlığa erişmek olan ama bu isteğini elde edemeden ölen Baki, şairlik yeteneği, dil ustalığı ve ince zevki ile Divan şiirinin ustaları arasındaki haklı yerini aldı: Yaşama sevincini ve zevkini, tasavvufa eğilim duymadan, ince söz ve anlam oyunlarıyla, sağlam ve tutarlı bir dille, yeni mazmun ve hayallerle anlattığı için”Sultan üş-Şuara” (Şairler Sultanı) diye adlandırıldı. Yaşamının büyük bir bölümünü Bağdat’ta geçiren ve bu nedenle “Bağdatlı Ruhi”diye anılan Ruhi, tasavvufçu bir dünya görüşünü benimsemiş olmasına karşın, özellikle Terkibibent’inde çevresindeki sofuların ahlaksızlıklarını, iki yüzlülüklerini alaycı bir dille eleştirdi. Yazdığı hicivleriyle idamını hazırlayan Nefi, özellikle kaside ve hiciv alanında ün yaptı (zengin çağrışımlar eşiğinde ustaca kullanılmış abartmalar, zengin söz dağarcığı, şiire olan egemenliğinin başlıca göstergeleridir) Bir din adamı olmasına karşın Şeyhülislam Yahya, din dışı konuları yalın bir dil, zengin imge (hayal) yüküyle işlediği şiirleriyle Baki’yi Nedim’e ulaştıran gazel çizgisindeki basamaklardan birini oluşturdu. Nailî-i Kadim, sözcük seçimindeki titizliği ile anlatımındaki yoğunlukla, ortak mazmunlara kattığı özgünlükle gazelde ün yaptı. Mevlevi şeyhi Neşati, “Sebk-i Hindi” (karmaşık mazmunlar, hayal oyunları alışılmadık benzetmelerle yüklü şiir dili) tarzının, öncülerinden biri oldu; titiz şiir işçiliği, uyuma verdiği önem, Nedim gibi büyük bir ozanın onun şiirini (bir gazelini) tahmis etmesine yol açtı. Urfalı Nabi, İran şairi Saip’in etkisiyle, bilgece sözlere dayalı düşünce şiirinin başlıca temsilcisi oldu (duyarlıktan ve zengin düşgücünden çok, düşüncenin egemen olduğu şiirlerinde, imparatorluğun çöküş psikolojisi görülebilir. ) Lale devri İstanbul’un ünlü ozanı Nedim, Divan şiirinin yerleşmesinde büyük rol oynadı; Lale devrinin eğlencelerini niteliklerini soyutlamaya kaçmadan belirlediği güzelleri, dönemin gelenek ve göreneklerini, kısaca yaşamı, İstanbul türkçesinin inceliklerini başarıyla sergileyen şiirlerinde ustaca yansıt. Galata mevlevihanesi şeyhliğini yapan Şeyh Galip, “Sebk-i Hindi”tarzının Divan şiirindeki en yetkin ustası oldu ve bu akımın etkisiyle ağır bir dille ve kapalı bir anlatımla, özellikle tasavvuf konularını işlemesi, bir bakıma Nedim’le başlayan günlük yaşama açılma, İstanbul türkçesine yönelme yollarını tıkadı ÇÖKÜŞ DÖNEMİ (XVIII. yy’ın ikinci yarısı-XIX. yy’ın ilk yarısı) Osmanlı topluluğunda görülen yenileşme akım ve dönemleri, Batı dünyasıyla çeşitli düzeylerde kurulan ilişkiler, önce basımevinin, sonra da gazete ve derginin Osmanlı ülkesine girmesi, batı ülkelerinde öğrenim gören bazı Osmanlı aydınlarının Batı kültür ve sanatını yakından tanımış olmaları, yeni bir edebiyat geleneğinin oluşmasına yol açtı. Bu arada, halka açılamaması, özel bir dil (osmanlıca) eşliğinde en güzeli yaratma, en güzel deyişe varma anlayışının değişmeye başlaması, yeni bir dinamizme kavuşturacak akım ve kişilerin bulunmaması nedeniyle Divan şiiri bir bakıma, ilk sivil gazetenin çıkış tarihi olan 1860’ta sona erdi. Dönemin ozanlarından Enderunlu Vasıf, özellikle Nedim’in derin etkilerini taşıyan, halk deyişleriyle örülü şarkılarıyla tanındı. Mevlevi tarikatından İzzet Molla, tasavvuf konularının yanı sıra, yaşamın bazı olumsuz yanlarını ince alayla karşılayan bir tutum içinde şiirler yazdı. Eski şiirin son ocağı olan Encümen-i Şuara’yı (Ozanlar Topluluğu) çevresinde toplayan Leskofçalı Galip, klasik şiir diline yaslanıp, tasavvuf konularının işlenmesinde ortaya koydu. Yenişehirli Avni, eski şiir dilini yeni gelişmelere göre değiştirmek istemesine karşın, eski kalıpların dışına çıkamadı; şiirlerinde, bazen tasavvufu, bazen
de karısının ve oğlunun ölümüyle üstüne çöken karamsarlığı, huzursuzluğu yansıttı. Divan edebiyatı döneminde zengin bir düz yazı geleneği de oluştu; ama belirli kurallar koyarak kendini oluştururken, özellikle seslenilen kesim ve işlenen konular açısından birbirinden farklı üç yönde gelişti: Yalın düzyazı; süslü düz yazı; orta düz yazı. Halkın konuştuğu dili kullanmayı amaç alan yalın düz yazı yönünde, Kur’an tefsirleri, hadis kitapları, menkıbe biçiminde İslam tarihleri, din-destan kökenli halk kitapları, halk hikayeleri, bazı Osmanlı tarihleri, bazı ahlak ve siyasete ilişkin kitaplar gibi yapıtlar verildi. Hüner ve marifet göstermeyi amaçlayan ve belli bir kesimi seslenen süslü düz yazı, özellikle medreseden yetişen, arapça ile farsçayı ve ayrıca Osmanlı düzyazı geleneğini iyi bilen yazarlar tarafından oluşturuldu. Arapça ve farsça sözcüklerinden gelişi güzel sözcük seçiminin yapılıp dil bilgisi kurallarına göre kullanıldığı bu düzyazı türünde, “hüner ve marifet” göstermek temel özellik oldu (bu düzyazı kolunun bir başka özelliği de, düzyazıda uyak olan seci’yi ilke edinmesiydi. ) Tümcelerin alabildiğine uzatıldığı, türkçe sözcüklerin çok aza indirildiği, söz ve anlam oyunlarına sıkça başvurulan, şiirsel anlatımı sevdirebilmek için de tümce içinde ya da tümceler arasında uyakların süslü düzyazıda tarih (Tursun Bey, İbn Kemal, Hoca Saadettin, Raşit vb. ) tezkire (Aşık Çelebi, Salim, Safayi, vb) münşeat mecmuaları (resmi ve özel yazışma örnekleri dergisi) yazarları yapıtlar verdiler. Süslü düzyazının en belirgin örnekleriyse Veysi ve Nergisi oluşturdular. Anlamı ve içeriği gözeten dil yönünden süslü düzyazı ile yalın düzyazı arasında bir nitelik gösteren orta düzyazıyı, Divan edebiyatının aşağı yukarı bütün klasik yazarlarının yapıtlarını verdikleri kol oldu. Anlam ve içerik ön planda tutuldu; hüner ve marifet göstermekten elden geldiğince kaçınıldı; söz ve anlam sanatlarına hemen hiç önem verilmedi. Gerçekte, yalın düzyazı ile orta düzyazıyı çok kesin çizgilerle birbirinden ayırmak olanaksız gibidir. Bu iki düzyazı kolunda da yazarların dil ve anlatımındaki yoğunluk, kapalılık yada yalınlık, anlaşırlık yazara özgü bir nitelik gösterir. Orta düzyazı kolunda da özellikle tarih kitapları (Yazıcıoğlu Ali, Naima) , gezi kitapları (Evliya Çelebi) , bazı ahlak ve siyaset kitapları (Katip Çelebi, Koçu Bey) , coğrafya kitapları bazı din kitapları, fetvalar, yaşamöyküsü yapıtları, çevriler ortaya konmuştur. SANAT ANLAYIŞI Divan edebiyatı, Arap edebiyatının, özellikle de Fars edebiyatının biçim ve içeriğinden yararlanarak oluşturulmuş bir yazılı edebiyat geleneğidir. Divan edebiyatının sanat anlayışı iki bölümde incelenebilir: Şiirde; düzyazıda. Divan şiirinde ozanın amacı “hüner ve marifet”göstermektir; ama Divan edebiyatı ozanı bütünüyle özgür değildir: Belirli nazım biçimleri, konuları nazım biçimlerine göre saptama, ölçü (vezin) , mazmun yapısı, vb. özellikler, ozanı sınırlandırır. Malzemeyi hazır bulan, geleneği iyi bilen Divan edebiyatı ozanı, bu durum karşısında yapacak tek şey bulmuştur: Şiiri bir kuyumcu titizliğiyle işlemek. Bu aşamada sanatçı, duyarlılığını ve yeteneğini sonuna kadar kullanmak zorundadır. Yeni mazmunlar (bikr-i mazmun) bulma, söz ve anlam sanatlarını ince bir beğeniyle kullanma, dinleyenler üstünde etki bırakma, gözetmesi gereken belirli noktalardır. Düzyazıdaysa durum farklıdır. Halk için yazılan din, ahlak, menkıbe türü kitaplarda öğretici bir amaç güdüldüğü için, sanatlı anlatıma başvurulmamış, şiirin kurallarını ve estetiğini gözeten düzyazı örneklerinde ise, “hüner ve marifet” gösterme, anlamı bir yana iterek ön plana çıkmış ve yalnı5zca o dili ve kültürü bilenler tarafından anlaşılabilecek bir niteliğe bürünmüştür. DÜNYA GÖRÜŞÜ ŞERİAT VE TASAVVUF Divan edebiyatı dünya görüşü bakımından şeriat ilkelerini ve tasavvufa bağlıdır. Evrenin yaratılışı, varlıkların oluşması, doğa, eşya, insan gibi konu ve sorunlar hep şeriat ve tasavvuf açısından eli alınmış ve değerlendirilmiştir. Divan şiirinde aşk büyük bir yer tutar; ama aşk konusu ozanın dünya görüşüne koşut olarak anlam kazanır. Divan edebiyatı ozanı, aşk anlayışıyla çağın mutlak hükümdarlık sistemine (padişah-kul) ve tasavvuf felsefesine (Tanrı-kul) bağlıdır. Tasavvuf yoluna giren ozan için amaç, mutlak güzellik olan Tanrı’ya kavuşmaktır. Bu da ancak maddeden sıyrılıp benliği yitirmek ve aşk (dervişlik) yoluna girmekle olur. İlahi aşk, maddi aşkla başlar; dünya üstündeki bir güzele aşık olan ozan, bu durumu soyutlama yoluyla ilahi aşka dönüştürür ve Tanrı’nın benliğine kavuşmaya çalışır; Tanrı da kendi benliğini eritme anlamına gelen “fenafillah”aşamasına erişince de gerçek mutluluğu bulur. Ama bu aşama, ölümden sonra gerçekleşebilecektir (gönlünü aklına yeğleyen, dünya nimetlerine sırt çevirip, gösterişsiz, alçak gönüllü bir yaşam sürmeye başlayan tasavvuf edebiyatı tipine rint adı verilir) . DİL VE ANLATIM Divan edebiyatı, dil bakımından arapçanın ve farsçanın büyük ölçüde etkisinde kalmış, şiir ve düzyazı türlerinde ortaya konulan yapıtlar, o dönemin sanat anlayışı gereği arapça ve farsça sözcükler, tamlamalar, dilbilgisi kurallarıyla yüklü bir hal almıştır. Süslü düzyazıda, ulaç, bağlaç ve fiillerin dışında herhangi bir türkçe sözcüğe rastlanmaz. Anlatımda, çok çeşitli yollara başvurulmuştur. Divan edebiyatı anlatım yönünden belagat kurallarına bağlıdır ve ozanlar ustalıklarını gösterebilmek için belagat kurallarına elden geldiğince uymaya çalışmışlardır. Divan şiirinin ve düzyazısının anlatımında söz ve anlam sanatlarının büyük payı vardır. Ozanlar, benzetme (teşbih) , güzel neden gösterme (hüsn-i talil) , bilmezlikten gelme (tecahül-i arif) , değişmece (mecaz) , kişileştirme ve konuşturma (teşhis ve intak) , vb. söz ve anlam sanatlarını kullanarak ve yeni mazmunlar (bikr-i mazmun) bularak özgün bir şiir oluşturmaya çabalamışlardır. ÖLÇÜ Divan şiirinde, arap kökenli bir ölçü kullanılmıştır. aruz adı verilen bu ölçü sisteminde açık ve kapalı heceler çeşitli aruz kalıplarında kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanmışlardır. Divan şiirinde en yaygın kalıplar, hecez, recez, remel, seri, hafif, muzari müctez, mütekarib’dir. TÜRLER HİLYE: Divan edebiyatında Hz. Muhammed’in niteliklerini, kişiliğini, bedensel ve ruhsal özelliklerini anlatan yapıtlar, hilye genel adı altında toplanır. Hilyelerin en büyük kaynağı hadislerdir. İslam edebiyatında ilk hilye, Tirmizi’nin Şemail-i Şerif adlı arapça yapıtıdır. Türk edebiyatında da Hakani’nin (Hilye-i Hakani) , Dursunzade Bakayi’nin (Hilyet-ül Enbiya ve Cehar-yar-ı Güzin) Nahifi’nin (Nüzhet-ül Ahyar fi Tercemet-iş-Şemail) hilyeleri sayılabilir. MERSİYE: Divan edebiyatında ölen bir kimsenin yiğitliğini, cömertliğini iyiliğini, yaptıklarını övmek ve ölümünden duyulan acıyı dile getirmek için yazılan şiir türüne mersiye adı verilir. Mersiyeler genellikle mesnevi ve terkibibent nazım biçimlerinde yazılmıştır (Baki’nin Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü üstüne yazdığı Kanuni Mersiyesi, bu türün en güzel örneklerindendir) . MEVLİT: Hz. Muhammed’in doğumundan ölümüne kadar geçen olaylarını anlatan şiir türüne mevlit denir. İslam dünyasında Hz. Muhammed’in doğum gününü kutlamak amacıyla yapılan törenlerin yaygınlaşmasından sonra, bu törenlerde okunmak için mevlitler ortaya konmaya başlamıştır. Türkçe en eski mevlit, Süleyman Çelebinin Vesilet-ün Necat (Kurtuluş Vesilesi) adlı kitabıdır (1410) , SAKİNAME: Divan şiirinde saki’yi (içki sunan kimse
) ve şarabı övmek amacıyla yazılan şiir türüne sakiname denir. Arap edebiyatındaki “hamriye” ler bu türün ilk örnekleridir. İran ve Türk edebiyatlarında, sakinin ve şarabın övgüsü çağın geleneğine uygun olarak tasavvuf açısından yapılmış, sakinameler mesnevi, kaside ya da terkibibent nazım biçimleriyle yazılmıştır. SURNAME: Divan şiirinde şehzadelerin sünnet, hanım sultanların doğum ve evlenme törenlerini anlatan yapıtlara surname adı verilir. Şiir, düzyazı, ya da şiir-düzyazı karışımı olan bu yapıtlardan, dönemin düğün-tören protokolu, saray ve çevresinin zevk ve eğlence anlayışı konusunda çeşitli bilgiler edinilebilir. Bu türde başlıca yapıtlar Nabi, Seyyit Vehbi, Haşmet ortaya koymuşlardır. ŞEHRENGİZ: Bir kentin güzelliklerini anlatmak amacıyla yazılan yapıtlara şehrengiz denir. Divan edebiyatında ortaya çıkan, genellikle manzum olan şehrengiz türünde yapıt veren sanatçılar arasında Mesihi, Zati, Taşlıcalı Yahya, Lamii, Aşık Çelebi, Azizi anılabilir. TESKİRE: Divan edebiyatında çeşitli mesleklerden insanların yaşam öykülerinin anlattığı, yapıtlardan örneklerin verildiği türe teskire adı verilir. Tür olarak, Çağatay edebiyatında başlayan, tezkireler, edebiyat tarihinin ilkel örnekleri olarak gösterilir. Çağatay ozanı Ali Şir Nevai’nin, Divan edebiyatı ozanı ve yazarlarından Sehi Bey, Aşık Çelebi, Riyazi, Şeyh Galip, Esrar Dede ve Fatin Efendinin tezkireleri ünlüdür. NAZIM BİÇİMLERİ GAZEL: Divan şiirinde, genellikle, aşk şarap gibi konuların, ender olarak da öğretici ve felsefi konuların işlendiği nazım biçimine gazel adı verilir. Arap edebiyatı kaynaklı olan gazel, 5-15 beyitten oluşur; nazım birimi beyittir; aruzun hemen her ölçüsüyle yazılabilir. Uyak örgüsü aa/ba/ca/. . . biçimdedir. Son beyitte ozanın adı ya da takmaadı geçer. Mesnevi ya da gazelin içine sıkıştırılan gazele tegazzül denir. Gazelin ilk beytine matla, son beyte makta, en güzel beyte beytülgazel adı verilir. Türk edebiyatına İran edebiyatı yoluyla gelen gazel türünde, Ahmed Paşa, Necati, Zati, Fuzuli, Baki, Bağdatlı Ruhi, Şeyhülislam, Yahya, Nefi, Nedim, Şeyh Galip başarılı örnekler vermişlerdir. KASİDE: Divan şiirinde Tanrı’nın, din büyüklerinin, genellikle de devlet ileri gelenlerinin övgüsünün yapıldığı nazım biçimine kaside denir. En az 15-20, en çok 99 beyitten oluşan kasidelerde de, genelde olduğu gibi, nazım birimi beyittir. Genellikle aruzun uzun kalıplarıyla yazılan kasidelerde, uyak örgüsü, gazelde olduğu gibi aa/ba/ca/. . . biçimindedir. Kasidenin ilk beytine matla, son beytine makta en güzel beytine beytülkasid, ozanın adının ya da takmaadının geçtiği beyte de tac beyit adı verilir. Kasideler konularına göre dört öbekte toplanır: Tevhid (Tanrı’nın birliğini anlatmak için yazılan kaside) ; münacaat (Tanrı’ya yalvarmak için yazılan kaside) ; naat (peygamberi, din ve tarikat büyüklerini övmek için yazılan kaside) ; methiye (padişahı, devlet ileri gelenlerini övmek için yazılan kaside) . Kasidenin kuruluşunda şu bölümler yer alır: Nesip ya da teşbib (doğa, yer betimlemeleri gibi konuyla ilgili olmayan şeylerin yer aldığı bölüm) ; girizgah (asıl konuya giriş yapılan beyit) ; methiye (Tanrı’nın, peygamberin, padişahın ya da devlet ileri gelenlerinin övgülerinin yapıldığı bölüm) ; fahriye (ozanın kendi övgüsünü yaptığı bölüm) ; tegazzül (araya sıkıştırılan gazel) ; dua (övgüye konu olan kimse içi ozanın iyi dileklerde bulunduğu bölüm) Divan şiirinde kaside türünde başarılı örnekler veren ozanlar arasında Ahmed Paşa, Necati, Baki, Nedim, özellikle Nefi sayılabilir. MESNEVİ: Divan şiirinde, her beytinin dizeleri kendi arasında uyaklı, aruzun genellikle kısa kalıplarıyla yazılan nazım biçimine ve bu biçimde yazılmış yapıtlara mesnevi denir. Mesneviler konularına göre üçe ayrılır: Destansı nitelikteki mesneviler (Firdevsi’nin Şehname’si) ; öğretici nitelikteki mesneviler (Nabi’nin Hayriye’si) ; din ve tasavvufla ilgili mesneviler (Mevlana’nın Mesnevi’si, Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun’u, Şeyh Galip’in Hüsn’ü Aşk’ı) . Ayrıca, padişahların savaşlarını anlatan manzum yapıtlar (gazavatnameler) , kentleri ve kentlerdeki güzelleri anlatan yapıtlar (şehrengizler) , bazı yergi türündeki yapıtlar, mesnevi nazım biçimiyle yazılmıştır. Mesnevi İran edebiyatında ortaya çıkmış (İran edebiyatında Genceli Nizami ve Cami bu türün başlıca adlarıdır) . Genceli Nizami’nin beş mesnevisinden oluşan Hamse’si, sonradan Divan edebiyatı ozanları tarafından da örnek olarak alınmıştır. Türk edebiyatında ilk mesnevi Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı yapıtıdır. MUSAMMAT: Divan şiirinde, üç dört, beş altı yedi, sekiz, dokuz, on. . . dizeli bentlerden oluşan nazım biçimine musammat denir. (musammatlarda her bent bir bütündür) . Musammatların Türk edebiyatında en çok kullanılan biçimleri, dörtlüler (murabba) , beşliler (muhammes) , altılılar (müseddes) , yedililer (müsebbasekizliler (müsemmen) , dokuzlular (mütessa) , onlular (muaşşer) , terkibibent, terciibent ve şarkıdır. MÜSTEZAT: Divan şiirinde uzun ve kısa dizelerden oluşan bir nazım biçimidir. Gazelin özel bir biçimi olan müstezatta, uzun dizeler”mefulü mefailü mefailü feulün”kalıbıyla yazılır. Uyak örgüsü a (b) a (b) /c © a (b) . . . (parantez içindekiler kısa dizelerin uyağını gösterir) . biçiminde olan müstezatta, kısa dizelere ziyade adı verilir. Ziyadeler, anlam bakımından üstlerindeki dizeye bağlıdırlar; bu nedenle bağımsız dize sayılmazlar. İki uzun, iki kısa dizeden oluşan bölüm, beyit olarak kabul edilir. RÜBAİ: Divan şiirinde dört dizeden oluşan kendine özgü bir ölçü ile yazılan bağımsız nazım biçimine rubai denir. Rübailerin uyak ölçüsü a a x a biçimindedir. Rübai, İran edebiyatından Türk edebiyatına geçmiş (İran edebiyatında rubai nin en büyük adı Ömer Hayyam’dır) . ŞARKI: Dört dizeli bentlerden kurulu olan, bestelenmek amacıyla yazılan şarkının, halk şiirindeki koşma ve türkünün etkisi ile ortaya çıktığı ileri sürülür. Şarkılar 3-5 dörtlükten oluşur, aruz ölçüsüyle yazılır. Genellikle uyak düzeni a a a a/b b b a/c c c a/. . . biçimindedir. Türün en başarılı örneklerini Nedim ve Enderunlu Vasıf vermişlerdir. TERCİ-İ BEND VE TERKİB-İ BEND: Bu nazım biçimi de bentlerle kuruludur. Bent sayısı 5-15 arasında değişir; her bent de genellikle 5-10 beyit kapsar. Bentler, hane ve vasıta bölümlerinden oluşur. Terciibentte vasıta beyti, her bendin sonunda yinelenir. Terkibi bent teyse, vasıta beytinin dizeleri kendi aralarında uyaklıdır. Bentlerin hane bölümlerinin uyak örgüsü gazelinki gibi a a /b a /c a /d a /. . . biçimindedir. Baki’nin “Kanuni Mersiyesi”, Bağdatlı Ruhi’nin “Terkib-i bent”‘i bu türün başarılı örnekleri arasında sayılabilir. TUYUG:’ Divan şiirinde Türk kökenli nazım biçimlerinden olan tuyuğun, İran şiirindeki rübai ile Türk şiirindeki mani’nin etkisiyle oluştuğu sanılmaktadır. Aruzun “failatün /failatün /failatün /failün” kalıbıyla yazılan tuyuglarda, uyak örgüsü a a b a biçimindedir (bazı tuyuglarda a a a a örgüsü de görülür) . Konu bakımından tıpkı rübailere benzer. Türk edebiyatında Ali Şir Nevai, Kadı Burhanettin, İvazpaşazade Atayi, Nesimi tuyuglarıyla tanınmışlardır.
Bu içerik internet kaynaklarından yararlanılarak sitemize eklenmiştir.