DiLAVER CEBECi
Edebiyatımızda 27 senedenberi Seyyâh-ı Fakîr Evliyâ Çelebi müstear adı ile yer alan ve yeni bir mizahi tarzın öncüsü olan, Dilâver Cebeci 1943 Kelkit doğumludur. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 1970 mezunu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde master ve doktora yaptı. Çeşitli liselerde ve enstitülerde öğretmen olarak çalıştı. Halen Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi. Evli, 2 çocuk sahibi. İstanbul’da oturuyor.Çok yönlü bir sanatçı olan Cebeci’nin, Hun Aşkı (Şiir, 1973), Mavi Türkü (Mensure, 1983), Devranname (Mizah, 1984), Şafağa Çekilenler (Şiir, 1984), Büyü (Oyun, 1984), … Ve Sığınırım İçime (Şiir, 1992), Kandehar Dağlarında Sabah Namazı (Kaset, 1993), Sitâre (Şiir, 1997), Tanzimat ve Türk Ailesi (İlmî Araştırma, 1993), Seyrânnâme (Mizah, 1997) gibi eserleri neşredildi.
ESERLERi:
SEYRANNAME
Evliyâ Çelebi dilimizin ve kültürümüzün mizahla renklenmiş en canlı simasıdır ve 17. yüzyıldan beri güler yüzlü üslûbun timsalidir. O’nun üçyüz yıldır yaktığı meşaleyi Seyyah-ı Fakîr Evliyâ Çelebi de otuz yıldan beridir aktüel hayatımıza tuttuğu ışıkla canlandırmaktadır. Aralarındaki fark Osmanlı ve Cumhuriyet farkıdır. Yoksa bakış tarzı, dili, mantığı ve dünya görüşüyle hemen hemen aynıdır. Otuz yıldan beri Türk toplumunda cereyan eden sosyal, siyasal, ve kültürel hadiseleri farklı bir Osmanlı bakışıyla yorumlayarak mizah edebiyatımıza yeni bir tarz kazandıran Seyyah-ı Fakîr Evliyâ Çelebi, Devrannâme (1986) adlı ilk kitabından sonraki yazdıklarını bir araya getiren Seyrânnâme ile okuyucusunun önüne yeniden geliyor. Çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlandığında büyük alâka gören yeni seyahatnâme parçaları, bu türe ilgi duyanların zevkle okuyabileceği metinlerdir.Bu kitaptaki yazılar, son on yıl içindeki Türk toplumunda vuku bulan çeşitli olayların bir Osmanlı çelebisi gözüyle yapılmış mizâhî ve tasviri yorumudur. Hatta bir dönemin mizâhî belgeleri olarak da nitelendirmek mümkündür. Okurken gülecek, düşünecek ve elinizden bırakamayacaksınız inancındayız.
SİTARE
Sitâre… Dilâver Cebeci’nin bu unutulmaz şiiri için hep birşeyler söylemek gelmiştir içimden. Çünkü onu bir şiir şöleninde, kendi sesinden ilk defa dinlediğim zaman mest olmuş, şâir bir kalbin, beden hücre hücre yaşlansa bile, hiçbir zaman yaşlanmayacağını bir kez daha bütün çarpıcılığı ile hissetmiştim. Maddenin değişik şekillerde hâkimiyetini kurduğu, pek çok insanda görüntü bağımlılığı meydana getirdiği bir çağda, içine sığınan bir şâirin, Kandehar Dağları’nda yeşeren çiçeklerin kokusunu ruhumuza taşıdıktan sonra, bizi göklere, sitâreye götürmesi öylesine güzel ki! Ey okuyucu! Ey şiirin toplar damarı, candamarı! Sitâre’yi damla damla akıt kalbine. Akıt ki kalbin, beyaz bir güvercin gibi kanatlansın şiirin mavi göklerine. Senin de pırıl pırıl bir sitâren olsun karanlıkta ışıldayan! Senin de yaşlanmayan bir kalbin olsun. Cebeci’yi, sitâreyi ve seni bütün ruhumla selamlıyorum.
Bu içerik internet kaynaklarından yararlanılarak sitemize eklenmiştir.