İnsan. düşünme kabiliyetiyle çok seviyeli eserler verebildiği gibi. hayal gücü ile de gerçeklikten uzak, fakat çok cazip konularla da ilgilenebiliyor. Hayal, ön sezi ve kurgu bazen büyük gelişmelere sebep olabildiği gibi bazen de insanları avutmada bir vasıta olarak kullanılabiliyor. Bilim kurgu türlerinde ise bunun en sık rastlananları ışınlama ve zamanda yolculuktur.
Teknolojik zaman cetveline göre ışınlama dört kademededir:
1. Ses: Radyo ve telefon ile. sesin nakli hayata geçirilmiştir.
2. Görüntü: Bir cismin görüntüsü sinema ve televizyon ile iki boyutlu, hologram teknolojisi ile üç boyutlu olarak iletilip görüntülenmektedir.
Yine VRML (sanal gerçeklik) simülasyonları ile üç boyutlu görüntüler âleminde seyahata çıkabiliriz.. Bilimin bugünkü geldiği seviye Beyaz Saray’ın holografik modelinin İstanbul Boğazı’nın üzerinde kurulabilmesine engel olmadığı gibi, programlanan bir simülasyon ile sizin Mekke’ye gitmeniz de mümkündür.
3. Koku: Kokunun uzak mesafelerden nakli hakkında ise elimiz kolumuz bağlıdır. Zaten kokunun sırrı da henüz anlaşılmış değildir.
4. Madde: Koku naklinde olduğu gibi. elimizde nakledilebileceğine dair müşahhas bir delil yoktur.
Işınlama, çok sayıda filme konu olmuştur. Makroskobik cisimlerin ışınlanması ile ilgili bir gelişme kaydedilmezken, çok küçüklerin dünyası olan atomaltı parçacıklarında birtakım gelişmeler kaydedilmiştir. Bunların en önemlisi Kuantum Teleportasyonudur.
Teleportasyon, ışınlamanın İngilizce karşılığı olup, feza yürümesi de denmektedir. Kuantum Teleportasyonu da kuantum seviyesindeki atomaltı parçacıklarının (foton gibi) bir yerden bir yere nakli demektir. Kuantum Teleportasyonu teori seviyesinde ortaya atıldığında Heisenberg’in belirsizlik ilkesine ters düştüğü gerekçesiyle ciddiye alınmamıştır.
Teorinin doğruluğunu ispatlamak için kuantum mekâniğindeki Einstein-Podolsky-Rosen etkisi (EPR korelasyonu) kullanılırsa, bazı yardımcı parçacıklar vasıtasıyla ispatlanabilecekti. Nihayet Innsbruck deneyinde EPR korelasyonu sayesinde aralarındaki mesafe çok uzak olan iki foton kullanıldı. Bu iki fotonun birinden ötekine o fotonun polarizasyon hâli aktarıldı.’ Bu deneyin kritikleri sonucunda Kuantum Teleportasyonu ispatlanmış oldu. Fakat ortaya yeni bir problem çıktı: Bu deneyin sonucu teorik olarak ışık hızının aşılmasıdır. Kuantum Teleportasyonu ispatlandı. Fakat ışık hızının aşılması gerçekleştirilemedi,
Işık hızının aşıldığını belirlemek için bize ışık hızından daha hızlı detektörler lâzım olduğundan ve şu anda elimizde böyle bîr teknoloji bulunmadığından ışık hızının aşılabileceğini tespit edemiyoruz.3 Ancak tespit edilememesi demek. ışık hızı aşılmıyor demek değildir. İnsan gibi cismanî olmayan bazı varlıkların (melek veya cin gibi) hareketlerinin ışık hızını aşması kuvvetle muhtemeldir. Bu çalışmalarla görüleceği gibi her gelişme ile ortaya yeni bir problem çıkmaktadır. Einstein bu problemlerin çözümü ile ilgili olarak şunu söylemektedir: “Karşılaştığımız büyük problemlerin çözümü. onları oluştururken kullandığımız mantıkla çözülemez.”1
Işık hızının aşılmasıyla ilgili bir diğer faraziye de “takyon” denilen parçacıklardır. Bunlar ışıktan hızlı gittikleri için sanal kütleli kabul edilmektedir. Maxwell denklemlerini atomik seviyede uygulayınca takyonların varlığı tabiî olarak kabul edilmektedir. Fakat bunların varlığı deneylerle hiçbir zaman gösterilememiştir.5
Işınlama ile ilgili en çarpıcı spekülasyon Philadelphia deneyi olarak bilinen olaydır: Söylenenlere göre, “23 Temmuz 1943 sabahı Eldridge gemisindeki jeneratör çalışmaya başladı. Geminin etrafında yeşilimsi bir sis oluştu. Sonra sis kayboldu ve gemi de görünmez oldu. 15 dakika sonra jeneratörler durdurulunca önce yeşilimsi sis ve ardından da Eldridge gemisi görüldü.”
Ve bu olaydan üç ay sonra:
“28 Ekim 1943′de Eldridge gemisinde tekrar jeneratörler çalıştırıldı.
Geminin suyla temas eden yeri dışında kalan kısım görünmez oldu. Sonra mavi bir şimşeğin çakmasıyla gemi tamamen kayboldu. Virginia açıklarında Norfolk’ta açığa çıktı. Birkaç dakika sonra tekrar kaybolarak Philadelphia’ya geri döndü.”6
Hakkında bu tür bir sürü rivayet bulunan ve hiçbir resmi dayanağı olmayan bu deney bir spekülâsyondur. Işınlama hâdisesi, deneyin yapıldığı tarihten 13 yıl sonra CM. Ailende isimli şahıs tarafından ortaya atılmıştır. Deneyin asıl maksadı gemiyi bir şekilde görünmez yapmaktı. Gemi radarla tespit edilse bile, yanlış yerde algılanması isteniyordu.
Etraftaki su buharlaştırılırsa, güneşin de etkisiyle gemi sisten dolayı görünmez olabilirdi. Bugün hem radara yakalanmayan araçlar, hem de sis sayesinde görülemeyen gemi üretilebiliyor. Ama makro seviyede bir cismin ışınlanması hakkında en ufak bir gelişme kaydedilmiş değil. Sıradan mekânik ve inorganik bir cisim için durum böyle iken bugün organik ve şuurlu varlıkların ışınlanmasından bahsetmek bilimin vazifesi midir?
Kuantum Teleportasyonu ise mikro seviyede bir ışınlamadır ve fizik bununla makro seviyedeki ışınlama arasında teorik olarak bile bir bağıntı kuramamıştır. Kaldı ki teorik olarak mümkün gözüken bir sürü hâdisenin de pratikte yapılması çok zor hattâ imkânsız gibidir. Meselâ bilinen dört çeşit kuvvetin tek bir kuvvet olarak açıklanabilmesi için 1019 GeV’luk enerjiye ihtiyaç duyulurken pratikte ancak 103 GeVa ulaşabiliyoruz.
Eğer bu dört kuvvet birleşirse atomlar seviyesindeki parçacıklar için geçerli kanunları aynen gündelik hayatımıza yani makro âleme uygulayacaktık. Böylece her hâdiseye basit bir izah getirmek mümkün olacaktı.
Bilim kurgularda yer alan bir diğer özellik ise madde nakli yapılırken beraberinde zaman yolculuğu yapmaktır.
Bu konuda da pratikte bir ciddi gelişme kaydedilmezken, teorikte mümkün bazı yollar vardır. Geleceğe ya da geçmişe gitme bu tür kurgularda sıkça işlenmektedir.
Geleceğe gitme yollarından bir tanesi şudur:
Özel izafiyet teorisinin sonuçlarıyla yaklaşık 10 m/s2″lik bir ivmeyle fezada yolculuk yapan bir vasıta bir yıl içinde ışık hızına iyice yaklaşır. 40 yıl bu ivmeyle hızlanmaya devam edip dünyaya geri dönerse dünyada 60 bin yıl geçmiş olacaktır. Yani dünyada 60 bin yıl geçerken, zaman, fezada ışık hızına yakın gidenler için yavaşlayacak ve dünyaya geri dönünce kendilerini sadece 40 yıl yaşlanmış görecekler. Fakat gerçekte bunu doğrulayacak teknik imkânlar sınırlıdır. Teknik imkânların olması durumunda ise. bu deneyi kesinleştirmek için dünyada birilerinin 60 bin yıl bekleyip veya gelecek nesillere bilgi bırakarak sonucu doğrulatmalarını gerektirmektedir. Bu bütün fizik kanunlarına göre normaldir. Fakat gereken enerji miktarı gibi teknik yetersizlikler büyük mesele teşkil etmektedir. Eşme’ye göre, ancak gezegen büyüklüğünde bir kütle enerjiye dönüşürse bu mümkün olabilir.7
Geçmiş’e gitmek ise daha belirsizdir. Einstein’ın genel izafiyet teorisine göre insanı geçmişe götürebilecek birçok zaman koordinatı mevcuttur. Ancak şimdiye kadar kâinatta zaman yolculuğu olduğu hiçbir deney ya da gözlemle gösterilememiştir. Geçmişe yolculuk (wormhole) solucan deliği, ile açıklanmaktadır. Solucan deliği uzayzamanın ayrı bölgelerini birleştiren tünellerdir. Solucan deliğinden geçmek de geçmişe doğru yolculuğu temin etmelidir. Bu konuyla ilgilenen ku-a n t u m gravitasyonu bize solucan deliklerinin 1033 cm olduğunu söylüyor. Yani bir elektronun milyar kere milyarda biri demek. Bazı fizikçiler bu büyüklükteki bir solucan deliğini alıp normal büyüklüğe büyütebileceklerine inanırken, Stephen Hawking “Chronology Protection Conjecture” isimli eserinde bunun mümkün olmadığını savunmaktadır.8
Message Contact filminde de ateist bir bilim kadını bir solucan deliğinden geçtikten sonra yıllar önce kaybettiği babasıyla buluşuyor. Fakat geri döndükten sonra bir kişi dışında kimseyi inandıramıyor. Sonra o da bazı fikirlerinden vazgeçiyor.
Bilim kurgulara dikkat edilirse:
* Temel gayesi halka bilimi sevdirmek olup akademik seviyedeki bilgiler ile halkın şu andaki bilgi seviyesi arasında köprü olmaktır.
* Hayal, kurgu ve mucize gibi vakaları, bilim adamları çok az bir gayret ve tesadüflerle(!) (meselâ şişelerin kırılıp karışmasıyla elde edilen rastgele bir formül ile yaşlanmaya karşı bir çare bulunması vs.) açıklama kolaycılığına alışmışlardır.
* Halka telkin ettiği mesajlarla geleceğin bilim adamlarına bir mesaj vermektedir. Bu mesajın tesiriyle büyüyen bilim adamları sanki tek vazifelerinin bu gibi fantastik olaylara izah getirmek olduğunu düşünmekte ve buna göre hareket etmektedirler.
Oysa ki, bilim kurguların çoğu köprü değildir.
* Halka uygun metodolojiyi anlatmaktan uzaktır. Gerçek bilim adamı sezginin yanında mutlaka bir metot takip eder ve yaptığı buluşlar bu metoda dayanır.
* Bilim kurgucu halka gerçek bilimi anlatacağına genelde mucizeleri, spekülâsyonları o günkü bilimin geldiği dar seviye ile anlatır. Öğreticilikten ziyade insanı hayal kurmaya yönlendirir.
* Ancak burada dengeyi iyi kurmak gerekir. Hayal kurmak insan olmanın bir özelliğidir. Bazı şeyler hayalden geçirilmeden gerçekleşmez. Jules Verne’in o gün için hayal mahsulü gibi görünen bazı romanlarının daha sonra gerçekleşmesi İle: o hayalleri kuran insanın, bilim adamlarının ufkunu açmaya sebep olduğu inkâr edilemez. Birçok keşfin altında önce onların hayal dünyasındaki projeleri yatar.
Modem fiziğe önemli bir katkısı olan Ge-orge Gamow’un kaleme aldığı “Mr. Tompkins’in Serüvenleri” isimli hikâye, modern fiziğin karmaşık kurallarını, gündelik hayatımıza indirgeyerek herkesin bu kanunları kolayca anlamasını sağlıyor. Bu eser gerçekçi bir bilim kurgu olduğundan öğretici boyutu ağır basmaktadır ve akademik bilimlerle halk tıraşında uygun bir köprüdür.
Eğitim çağındaki gençler, televizyondaki bilim kurgu kaosu içinde, büyük hakikatleri, anlama seviyesi düşük olan kimselerin anlayacağı türden örnekler vererek anlatan eserlere ve türevlerine muhtaçtır.
Hayvanlar âleminden alınacak ibretler ise düşündürücüdür ve bu hayvanları taklit ederek gelişen bilim dallarının önü açıktır (Helikopteri “helikopter böceği”ne bakarak tasarlamak gibi). Burada tecelli eden İlâhî sanat ve sağlam kaynaklarda belirtilen peygamber mucizelerinden alınacak dersler, kalp-kafa bütünlüğüne ermiş bilim adamları için tükenmeyen ilham kaynaklarıdır.
Netice itibarıyla her şey ilme bağlıdır. Zaman zaman insanların aklı, ışınlama gibi spekülâsyon değeri hayli yüksek olan konularla meşgul olur. Bunun popüler bilim ve bilim kurgu olarak avama bazı peyleri öğretmesinin Taydaşı inkâr edilmese de (ne kadar öğretebilir!!!), bu yolla kâinatın sırlarının, şüphe duyulmadan, sorgulanmadan keşfedilmesi bir hatadır. Bunun için gelişmiş üniversitelerde bilim adamı olmak isteyen müleheyyiç ruhlu araştırmacılar için bilimsel metodolojinin öğretildiği araştırma ve bilgiyi sorgulama dersleri açılır. Gerçek ilim adamlarının; bütün çalışmalarının spekülâsyondan çok. ilmî tecrübeler ve en doğru kaynaklar ışığında, bir dedikodu vasıtasından ziyade, ayaklan yere basan hayal kurmayı kazanarak, kâinatın karanlık köşelerine aydınlık götürecek gerçek değerine ulaştıracağına inanıyoruz.
Bu içerik internet kaynaklarından yararlanılarak sitemize eklenmiştir