Asit Yağmuru sorununun uluslararası boyutları nelerdir?

ASİT YAĞMURU SORUNUN ULUSLARARASI VE EKONOMİK BOYUTLARI
 
      İsveçliler 1972’de asit yağmuru sorununu Stokholm Konferansı’nda uluslararası platforma getirirken, bu sorunun uluslararası boyutlarının bilincindeydiler. İskandinavya’ya yağan asidin büyük kısmı Kuzey İngiltere ve Kuzey Almanya’dan kaynaklanıyor ; rüzgarlar ile İskandinav yarımadasına taşınıyordu. Dolayısıyla, bu sorunun çözümü İsveç ve Norveçlilerin elinde değildi. Aynı şekilde, 1978’den başlayarak, Kanada da topraklarına yağan ABD kaynaklı asit yağmurunu önlemek için ABD’ye baskı yapmağa çalışmış ; ancak etkili olamamıştır.
     Ekonomik açıdan sorun, zararı kimin ödeyeceği konusunda ortaya çıkmıştır. Kanada’ya yağan asidin büyük bir kısmını üreten ABD termik santrallerini işleten kuruluşlar, kendileri bu asitten zarar görmüyorlardı. Oysa, Kanada’da göl balıkçılık sanayii, turizm işletmeleri, ormancılık sektörü büyük ölçüde zarar görüyor ; fakat yabancı bir ülkede, ABD’de olan kuruluşlara bir şey yapamıyorlardı. Kanada doğa koruma kanunları ABD’de geçerli olmadığına göre ; ABD makamlarının önlem almalarını beklemekten başka çareleri kalmıyordu. Oysa, ABD makamlarının atmosfere verilen SO2 miktarını kısıtlamak için önlem almaları ; hatta yalnızca yürürlükteki kanunları tam olarak uygulamaları halinde, ABD termik enerji sanayinin masrafları çok artacaktı. Çünkü SO2 atıklarını önlemek için kullanılan teknoloji çok pahalıydı. Dolayısıyla, ABD makamları ülke ekonomilerini etkileyecek pahalı önlemleri almaktan kaçınmakta ; böylece ABD’nin atmosfere attığı kükürt oksitlerin çevreye verdiği zarardan doğan masrafları yabancı bir ülke olan Kanada’ya ödetmekteydiler.
          Aynı şekilde Almanya da, İsveç’e yararlı olacak SO2 önlemlerini almamakta direniyordu. Ancak, 1980’den sonra, Almanya’nın çevreye eklediği SO2   gazının gene Almanya’nın ormanlarını olumsuz şekilde etkilediği kesinleştikten sonra Almanya önlemler almaya başladı.
          Asit yağmuru öyküsünde önemli çevre etkenlerinden biri elbette ki rüzgar yönüdür. Diğer önemli bir husus da bölgenin jeolojik koşullarıdır. İskandinavya  ve Kuzeydoğu Kanada’nın jeolojik yapısında kalkerli kayalar yani kireçtaşı çok azdır. Dolayısıyla, göllerde asidi  nötralize ederek zararsız hale getirebilecek kireç (sudaki CaCO3 ve türevleri) çok kısıtlıdır. Oysa, ABD ve Almanya’daki sularda kireç miktarı yüksek olduğu için, bu ülkelerin iç suları komşularında olduğu kadar etkilenmemektedir.
        Avrupa’dan gelen asit yağmuru Türkiye’de Trakya  ve Karadeniz  bölgelerini etkilemektedir (Çakır, 1988). Ancak, D. Karadeniz hariç, çoğu bölgelerimizin kireçli olması nedeniyle asit, nötralize olmaktadır. Nitekim, Rodhe’nin (1989) hazırladığı asit yağışı dünya haritasına göre, Türkiye problem bölgeler arasında değildir. Ancak, Türkiye’de de yer yer asit yağmurunun etkilerine, örneğin Ergani bakır madenlerinin yöresindeki çıplak arazide rastlanmaktadır. Yine asit yağmurunun bitki örtüsüne verdiği büyük zarararın yurdumuzdaki örnekleri, Murgul (Göktaş) Bakır Fabrikası, Samsun ve Gelemen’de Bakır İzabe ve Azot Gübresi Fabrikaları çevrelerinde sergilenmektedir (Çepel, 1983). Bu nedenle, Gökova Termik Santralı gibi büyük ve yeni SO2 kaynaklarının etkileri izlenmeli ; bu gazların doğal çevre ve  tarıma verebileceği zarar ülke ekonomisi içinde değerlendirilmelidir.
     Çevre ekonomistleri dış ekonomi ya da dışsal ekonomi deyimini, bir kişi veya bir kuruluşun başka bir kişi veya kuruluşun faaliyetlerini etkilemesi anlamında kullanırlar. Bu durumda yarar sağlayan taraf, bunun maddi karşılığını piyasa ekonomisi içinde ödememekte, zararı ödeyen taraf ise bu zararın maddi karşılığını gene piyasa ekonomisi  içinde  alamamaktadır (Mishan, 1967).  ABD kökenli asit yağmuru, Kanada için dışsal ekonomidir. Çünkü asidi üreten ABD kuruluşları, SO2 denetimi için harcama yapmadıklarından, ürettikleri enerjiyi aslında çok ucuza mal etmektedirler. Buna karşılık Kanadalı balıkçılar ve ormancılar gördükleri zararın karşılığını asit üreten kuruluşlardan alama-maktadırlar. Bu analiz ulusal ekonomi içinde geçerlidir. Örneğin, bir termik santral da yakıt olarak kullanılan linyitten çıkan zehirli gazlar yöre tarımcılığını ve turizmini olumsuz biçimde etkiliyorsa ve zarar gören kişi ve kuruluşların zararları karşılanmıyorsa, aslında bu elektrik gerçek maliyetinin altında bir fiyata  satılmaktadır. Çünkü, santraldan çıkan kirliliğin dış ekonomisi, yöre halkına sosyal maliyet olarak ödetilmektedir. Örneğin, Samsun ve Gelemen’deki fabrikalardan kaynaklanan asitli yağışların yöredeki tütünlere verdiği zarar için her yıl 100 milyon TL’den fazla  tazminat ödenmektedir (Çepel, 1983). Bu örnekte tütün çiftçisinin zararı bir sosyal maliyettir. Ödenen tazminat parasını tazmin edilmeyen diğer zararlarla birlikte fabrikalarda  üretilen ürünlerin maliyeti içinde düşünmek gerekir.
        Çevre ekonomistleri sosyal maliyet konusunda dışsalları içselleştirmek yaklaşımını önermektedirler. Bu durumda, yukarıda verilen santral örneğinde, santralın işleyişiyle çevrede yarattığı zarar ya  tazmin edilir, ya da santral zarar yapmayacak şekilde inşa edilir. Her iki durumda da bu önlemlerin bedeli üretilen elektriğin fiyatına yansıtılmış olur. Bu durumda yarar da, zarar da piyasa ekonomisi içine alınmış olur. Gerçekte gerek ulusal, gerek uluslararası kirlilik konularında dışsalların içselleştirilmesi çok zordur. Örneğin,  İsveçlilerin göllerini kurtarmak için gerekli önlemleri, yağışlardaki aside  neden olan SO2’i üreten komşularına aldırtmayı henüz başaramamışlardır.     
 
 Kaynaklar  Ekoloji ve Çevre Bilimleri (Mine Kışlalıoğlu – Fikret Berkes)
Bu içerik internet kaynaklarından yararlanılarak sitemize eklenmiştir

CEVAP VER
Lütfen yazınızı giriniz.
Lütfen adınızı buraya giriniz.